26 Haziran 2009 Cuma

GÜL BAHCESİ




Bir gezginin yolu günün birinde bir bahçeye düsmüs. O bahçede yalniz 
gül yetisirmis. Birbirinden narin ve zarif güller. O güller kadar zarif 
ve latif bir hatun kapi onünde duruyormus. GEZGIN hatuna hayranlik ve 
saygi ile yaklasip kendisini takdim etmis. Ve hatundan adini 
bagislamasini istemis. 
HATUN: Bana SEVGI derler. 
GEZGIN: Sevgi hatun burada yalniz mi oturuyorsunuz? 
SEVGI: Hayir esimle beraber oturuyoruz. Ona iLIM derler. Su anda 
bahçede çalisiyor. Bikmaz yorulmaz bir kisidir, benden bile bikmadi:) 
GEZGIN: Bahçeyi dolasmama izin var mi? 
SEVGI: Hay hay...lütfen ayakkabilarinizi çikarin da SAYGI dedigimiz su 
mesleri giyiniz. Onlar öylece konusurken ilim çikagelmis. Bahçeyi 
birlikte dolasmaya baslamislar. 
SEVGI önde ILIM ve GEZGIN arkada yürüyorlarmis. Her gülün bir adi 
varmis. 
MUTLULUK, HOSGÖRÜ, SABIR, KANAAT, Adalet, IRADE, SEFKAT, 
MERHAMET, AKIL, HIKMET, KUDRET, SAMIMIYET, TEVAZU, FAZILET VE........ 
Bu kadar çesitte ve bu kadar yogunlukta güzellik bu kadar bakim ve 
özen, böylesine bir düzen karsisinda heyecanlanan ve hayrete düsen gezgin 
bahçivan ILIM efendiye sormus: 
GEZGIN: Siz hangi gülün hangi isimde oldugunu bazen karistiriyor 
musunuz? 
ILIM: Bazen sasirdigim oluyorsa da, SEVGI hemen yardimima kosuyor, bana 
dogru ismi hatirlatiyor. 
GEZGIN: Güllerin erip eristigi bu topragin bir özelligi var mi? 
iLIM: Özelligi olup olmadigini bilmiyorum. 
Bu topragi bize VEFA adinda bir dostumuz getirir. 
VEFA dostumuzun dedigine göre, örnegin; MERHAMETLI bir insan görünce, 
ondan olusan topragi bize getirir, biz de onu MERHAMET gülünün altina 
serpiveririz veya SEFKATLI bir insan görünce ondan olusan topragi bize 
getirir, biz de o topragi SEFKAT gülünün altina sereriz ve bu böyle 
devam edip gider. 
GEZGIN: Güllere asi yapiliyor mu? 
ILIM: Elbette, HAYAL gülüne GERÇEK'i asiladik; ÜMIT gülü olustu. 
IMAN gülüne HIZMET'i asiladik; TESLIMIYET gülü olustu. 
HIKMET gülüne AKIL 'i asiladik; IRADE gülü olustu. 
Bu asilari sürekli yapmak zorundayiz. 
Örnegin; o muhtesem ADALET gülüne KUDRET gülünü asilamazsak, 
ADALET hemen sararip soluyor. Aciz kaliyor. KUDRET gülüne ADALET'I 
asilamazsak, 
KUDRET gülünün topraginda ZULÜM böcekleri üreyiveriyor. 
GEZGIN: Bu asilari siz mi yapiyorsunuz? 
ILIM: Çelikleri ben hazirliyorum, ama asiyi koyup kovusturan esim 
SEVGIdir. 
O ILHAM kalemini eline alir, asilanacak varligin AKIL perdesini yumusak 
yumuasak aralar, böylece o varligin gönlüne ulasir, oraya asi çeligini 
bir güzel yerlestirir. Sonra da olusan bütün kader sicimi ile tatli 
tatli sarar. Bütün bu isleri, bu asamalari her seferinde ayni zevk ve 
heyecan içinde seyrederim. Sanki o anda Allah yanimizdaymis gibi... 
GEZGIN: Tercih ettiginiz güller var mi? 
ILIM: Aslinda yok. Fakat esim SEVGI; HOSGÖRÜ için 'o benim bes 
duyumdur.' der. 
SAMIMIYET için, 'o benim AhlakIMDIR' der. 
TEVAZU için, 'o benim EDEBIM dir' der, ama ÜMIT'e fazlaca düskün 
galiba... 
Zira ÜMIT için 'o benim kanimdir' der durur... 
Bir kaç Gün sonra gezgin bir kasabaya varmis. Bir kahvehaneye girmis. 
Burasi oldukça tenha imis. Kuytu bir kösede bir kisi oturuyor ve çay 
içiyormus. Gezgin bu zata yaklasmis, yanina oturmus, kendisini takdim 
etmis, adini bagislamasini dilemis.... 
O zat demis ki: ADEM: Bana ADEM derler. 
Gezgin basindan geçenleri; gül bahçesini, iki soylu bahçivani, 
konusmalari anlatmis. Adem dinlemis. 
Sonunda demis ki: O bahçeye INSANLIGIN OLGUNLUK BAHÇESI derler, 
insanligin kemal bahcesi de derler... 

(Bana gore de adi HUZUR ebedii saddet bahcesi...) 

Rabbim cumle iman edenlere nasip etsin insallah

Bilgiyi eyleme dönüştürebilmek


BAŞARIDAKİ en ince sırrın nerede saklı olduğunu bilir misiniz? Küçük bir grup insanı diğer insan kitlelerinden ayıran ve aralarda uçurumlar oluşturan sır nerede gizlidir? Zekâda mı? Zenginlikte mi? Destekleyici ve teşvik edici çevrede mi? Soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmekte mi?

Hayatımızın akışı, bize bizi çok değerli kılabilecek bilgiler öğretir. Bize heyecanla anlatılan başarı sırlarının pek çoğunu önceden bildiğimizi görürüz. Bazen insanlara anlatmaya çırpınırken, boşuna konuştuğunuz düşüncesine kapılabilirsiniz. Çünkü ne anlatsanız, biliyorlardır. Sorun nerede o zaman? Çok şey biliyorsak, hayatlarımız neden değişmiyor?

Peygamberin(asm) bildirdiğine göre, öldükten sonra insanların en çok pişmanlık duyacak olanları; dünyada iken ilimlerini hayatlarına aktarmayanlardır. Bildiği halde ilmini yaşamayanın hâli çok acıklıdır gerçekten: Evinizde bir ülkeyi satın alacak değerde hazine saklıydı ve siz onu demirciler dükkanında hurda fiyatında sattınız. Olağanüstü bir hazineyi yok fiyatına sattığınızı sonradan öğrenmek size esef vermez miydi?

Başarı yollarını ararken kendimizi duvarlara çarparak yıllarımızı tüketiyoruz. Sırlar bir yerlerde gizlenmiyor. Aksine, çocukluğumuzdan bu yana bulutların arasından süzülen ışıklar gibi gözlerimize ve kalplerimize saçılıyor. Aslında hayatta en büyük başarı; hatta başarının tek başına kendisi; insanın öğrendiğiyle amel edebilmesidir. 

Zenginlik israf etmemekte gizliyse; zenginlik, iktisadı başarmaktır. Sağlık sigarayı bırakmakta saklıysa, hafıza sabah erken uyanmakta gizli ise; başarı sigarayı bırakmakta ve erken uyanmakta aranmalıdır. 

Bildiğini hayatına aktarmayanın yüzleşeceği tehlikeler, bilmeyenlerden kat kat fazladır. Cahil, öğrenebilir. Bilmeyenin öğrenme ve uygulama fırsatı her zaman açıktır. Ama bilenler bildiklerini uygulama savaşı vermediklerinde, ilimlerini taktir etmemiş, şükrünü eda etmemiş olurlar. Matematik öğrenen çocuk bakkaldan alışveriş yaparken, ödeyeceğini ayrıca hesaplamıyorsa, öğrendiği matematiği taktir etmiyordur. Güler yüzün hayrını idrak ettiğimiz andan itibaren yüz hatlarımız değişmemişse, tebessümün şükrünü yerine getirmiyoruzdur. 

Sonuçta, Kaderin Şefkâtli Sahibi de, bildiklerini sanarak nankörleşenlere tokatlar savurur: Çünkü ilim izzetlidir. Kendilerine sunulan izzete şükretmeyenler, ilim sahibi olmayı hak edemezler. Şükredemeyenlerin gözleri “ülfet perdesiyle” kapatılır; o gözler bulutların arasından saçılan bilgi ışıklarını göremez olurlar. 

Sonra onlar herkesle birlikte ilim okyanusunda yürütülürler, ama farkında değildirler. Sonra da kalplerine “ben biliyorum” adını taşıyan kapkara bir gurur perdesi örtülür. Cehaletleri arttıkça, kendilerini âlim sanan zavallılara dönüştürülürler. Gururları başkalarından öğrenmelerini engeller. Âlimler onlara öğretmekten kaçınır. Melekler kalplerine ilhamı kesip onları terk ederler. 

Sorunumuzun farkında mıyız? Çırpınırcasına öğrenmeye çalışıyoruz. Bir kurstan veya konferanstan ötekine koşuyoruz. Övülen bir kitap duyduğumuzda fedakârlık yapıp hemen satın alıyoruz. Değerli bir bilgiyi hayranlıkla dinliyoruz ve kavramaya çalışıyoruz. Peki, öğrenme yolunda gösterdiğimiz çırpınışın hiç olmazsa onda birini, öğrendiğimizi uygulayabilmek için gösteriyor muyuz? Üniversite sonuna kadar uzanan öğrenim süreci bize sadece bilgiyi “öğretiyor.” 20 yılı aşkın süre boyunca binlerce günümüzü sadece hocalarımızı dinlemekle ve anlattıklarını not etmekle geçirdik. Peki, derslerin hemen ardından hayat okyanusuna döndüğümüzde öğrendiklerimizle neler yapabileceğimizi de sorguladık mı?

Başarının sırlarını bilenlerin belki de milyonlarca olduğunu görebilirsiniz. Hayatta devrim yapabilecek bilgileri içeren kitapları yüz binlerce insan okuyor. Ama o insanlardan sadece birkaçının yıldızı parlayabiliyor. Sadece birkaçının ruhunda depremler yaşandığını görüyorsunuz. Sadece birkaç kişi aşkını kaybetmiş Mecnun gibi dağlara savuruyor varlığını... Az insan gecenin yıldızlarını gözyaşlarıyla özlüyor. Az insan televizyondan vazgeçebiliyor. Az insan sabah uykusunu parçalayarak yatağından fırlayabiliyor. Bir avuç insan Evrenin Sahibine kavuşma arzusuyla uzaya uzanmak isteyen ruhunu ateşleyebiliyor. Çünkü öğrendiklerini uygulama savaşı veren insanlar çok az.

O zaman çaresiz miyiz? Hayır! Bu küçük yazının içeriğine gelin birkaç öneriyi sığdıralım: 

• Bilgi, “bilmiyorum ve öğrenmek istiyorum” diyen kalplerin yanında huzur bulur. Sizi sevmeyenlerin huzurunda hoşnutluk duymazdınız. İlme aşık olmanın yollarını aramanızı öneriyorum. İlme kavuşmak için tüneller kazmaya, sürünerek de olsa Çin’e gitmeye, gerekiyorsa horlanmaya ve aç kalmaya hazır olmalısınız.

• Bilgi kapısını açan şifre “şükür duygusunda” gizlidir. Size öğreterek öneminizi artırdığını her hatırladığınızda Evrenin Sahibine sevinçle ve minnetle şükrediyor musunuz? Şükür, sevincinizi; sevinç, zihinsel sağlığınızı; zihinsel sağlık, öğrenme becerinizi; öğrenme beceriniz de yeniden sevincinizi artıracaktır. Hafızanızı bir yoklar mısınız? Size öğrettiklerinden dolayı bugün Yaratıcımıza kaç kez teşekkür etmiştiniz? Şükretmedikleri halde yine de bugün kendilerine bir şeyler öğretilenler, biriken borçlarını nasıl ödeyeceklerini sanıyorlar?

• Bildiğimiz kadar değil; bildiklerimizi yaşadığınız kadar değerli olduğumuzu idrak etmeliyiz. Yaratıcımız bizi bilgilerimizle değil, yaşantımızla değerlendirecektir. Zira O bizim mallarımıza ve suretlerimize değil, amellerimize ve kalplerimize bakıyor. Bilgilerimiz, mallarımız ve suretlerimiz cinsindendir; ama niyetlerimiz ve yapmaya çabaladıklarımız, gerçek değerimizi oluşturacaktır. Son nefesinize kadar öğrenmek; ama, herhangi bir bildiğinizi yaşamaya fırsat bulamadan ölüp gitmek ister miydiniz? Öğrenme çabası da bir eylemdir elbette; ama onu yaşantıya aktarmakla ona ruh katarsınız. Elektriğiniz yoksa buzdolabınız ne işe yarar?

• Yeteneklerimiz bildiklerimizle değil, uygulamalarımızla gelişir. Zaten hayatımızdaki gerçek başarılarımız diplomalarımıza değil; becerilerimize dayanır. Bize aldığımız eğitimlere göre değil, işyerimize sağladığımız katkıya göre ücret verirler. Sosyal hayatta bize duyulan saygının temelinde bildiklerimiz değil, yapabildiklerimiz yatar. İnsanları bildikleriyle değil, yaptıklarıyla hatırlarsınız. Eser üretenler çok bilenler değil, az da bilseler, bildiklerini yaşayanlardır. 

• Az da bilse, bildiğini yaşayan, çok bildiği halde bildiğini yaşamayandan daha başarılı olacaktır. Gazetelerde çarpıcı bir istatistik okumuştum: İnsanlara ekmek kapısı olan işyerlerinin sahipleri, genellikle resmî yüksek eğitim süreçlerinden geçememişler. Patronların çoğu ilkokul mezunu. Üniversiteleri bitirenler ise çoğunlukla bu çalışkan patronların kurduğu fabrikalarda iş arıyorlar. Çünkü, öğrenciler üniversiteye kadar uzanan süreçte öğrendiklerini uygulamanın önemini yeterince kavrayamamış oluyorlar. İz ve eser üretenler ise hayata tam da uygulamanın içerisinde başlıyorlar. Küçük bir bilgi kırıntısı edindiklerinde, ertesi sabah ilk yaptıkları iş, onu uygulamak oluyor.

• Zihinsel bir sorgulamayı alışkanlık hâline getirmeliyiz: “Bu bilgi gerçek hayatta nasıl işime yarayabilir? Onu şimdi ve bundan sonra nasıl uygulayabilirim?” Bu sorgulamayı yaptıkça alışkanlığa dönüşecek ve gün gelecek, yaşama biçimimizin de değiştiğini göreceğiz. Eğer işinize yaramayacak bir bilgi öğrenmişseniz derhal atın gitsin.

• Öğrendiğiniz her yeni bilgiyi sorgulayın: “Bunu nasıl uygulayabilirim? Gerçek hayatta nerede kullanabilirim?” Fırsatını bulur bulmaz da mutlaka kullanın. Eğer kullanamayacağınız bir bilgi öğrenmişseniz, kültürsüz kalmanız pahasına da olsa acımayın, unutun.

• O zaman ne olur? O zaman, gelecekteki yıllarınızda dehanız gelişir. O zaman, geçen her gün, ruhunuzun sevgi ve sevinç okyanusunun kilometrelerce ötesine daldığını fark edersiniz. O zaman, siz Evrenin Sahibinin evrende en çok önemsediği, özenle koruduğu ve meleklerine taktirle yâd ettiği izzetli ve sevgili bir temsilcisi oluverirsiniz. O zaman, size bakan, varlığınızda Yaratıcınızın imzasını okur. O zaman, siz evrenin en değerli meyvelerinden birine dönüştürülürsünüz. Bunları istemez miydiniz?

mbozdag@yetenek.com


(Bu yazı Dost FM’de yayınlanan “Kişisel Değişim” başlıklı konuşma serisinden geliştirilmiştir.) 


Muhammed Bozdağ


VARLIKTA SEVGİ YANSIMALARI

KAİNATIN her tarafında 'aşk-ı kimyevî' tabir edilen bir cazibe, bir çekim kanununun varlığı, varlık hamurunda pek cazibeli bir sevgi mayasının göstergesidir. Kozmik hamuru aşk mayasıyla yoğurmak, Yaratıcının seven, sevilen ve sevgiye değer veren bir varlık olduğunun kanıtıdır. Çünkü, sevmeyen, sevilmeyen, sevgiden habersiz birinin inşa ettiği evrenin temel harcı olarak sevgi olgusunu kullanması düşünülemez.


SEVGİNİN GERÇEK KAYNAĞI


Kâinatta mevcut sevginin gerçek kaynağı, onu var eden Yaratıcının kendisidir. Her sanat üslubu, onu yapan sanatkârın şahsiyetinin bir nevi tezahürüdür. Hem seven hem sevilen anlamına gelen 'Vedûd' ismi, bu sevginin kaynağıdır. Aşk ayağıyla seyr-u sulûk eden evliyanın, özellikle bu ismi zikirlerine vird edinmelerinin hikmeti de budur.

Şüphesiz bir sanatın sevilmesi için, onun sevilmeye layık donanımlara sahip olması gerekir. Bu ise, ancak her şeyde hakikî hikmeti gözeten 'Hakîm' isminin devreye girmesiyle mümkündür. 

Ayrıca o hikmetli sanatın hep güzel olarak yoluna devam etmesi için, onunla yakından ilgilenen, merhametle kucaklayan, sonsuz şefkat sahibi 'Rahîm' bir Rabb’a ihtiyaç vardır. İşte kâinatın muktedir hükümdarı olan yüce Yaratıcının, 'Vedûd' 'Hakîm' ve 'Rahîm' ismi, onu kucakladığı içindir ki, kâinat bu kadar sevimli bir sanat tablosu olarak varlık sahnesinde yer alabilmiştir.

Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi, Allah’ın en büyük isimlerinden olan Rahîm, Hakîm ve Vedûd isimlerinin—kâinat çapında—birer yansıması olan şefkat dolu eğitim ve terbiye sisteminde, büyük maslahat ve menfaatleri hedefleyen tedbirler, her tarafta izleri görülen ciddi bir ilgi ve güçlü bir sevginin pırıltılarını saçan yardımlar, ikramlar, ihsanlar ve lütuflar söz konusudur (krş. Mektubat, 284). 

Demek ki, Cenâb-ı Hakkın rahmeti gibi, muhabbeti dahi bütün kâinatı ihata etmiş, kuşatmıştır. (Mektubat, 304-305)


SEVGİYİ SEVGİLİ KILAN UNSURLAR


Sevgi olgusunu sevimli kılan unsurların başında kemal ve cemal gelir. Çünkü mükemmellik ve güzellik—kusursuz olduklarından—fıtrî birer cazibe merkezidir. Mıknatıs gibi şuurlu varlıkların aklını çeker, gönlünü cezbeder. 

Bilindiği üzere, Zât-ı Vâcibü'l Vücudun hadsiz cemal ve kemâli vardır. Çünkü, kâinat çapında parıltıları görülen cemal ve kemâlin bütün envâı, Onun cemal ve kemâlinin emâreleri, işaretleri, âyetleri ve belgeleridir. İşte, her cemal ve kemal sahibi bilbedâhe cemal ve kemâlini sevdiği gibi, Zât-ı Zülcelâl dahi kemal ve cemâlini pek çok sever. Hem kendine lâyık bir muhabbetle sever. Hem kemal ve cemâlinin birer unvanı olan esmâsını/güzel isimlerini dahi sever. Madem esmâsını sever; elbette esmâsının cemâlini gösteren san'atını da sever. 

Öyleyse, cemal ve kemâlinin aynası ve harikalar harikası maharetinin birer yansıması olan sanatlı yaratıklarını dahi sever. Madem cemal ve kemâlini gösteren aynaları sever; elbette güzel isimlerinin cemal ve kemâline işaret eden mahlûkatının güzelliklerini de sever... 

Bu beş nevi muhabbete, Kur'ân-ı Hakîm, âyetleriyle işaret ediyor. Yeri gelince şunu da belirtelim ki, yaratıklar içinde en mükerrem, yaratıcısını candan seven ve onun tarafından sevilen insan nevidir. Özellikle o hadsiz mahbuplar/sevgililer içindeki mezkûr beş veçhinin her bir veçhinde en yüksek makam, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma mahsustur ki, 'Habîbullah' unvanı ona verilmiştir (krş. Mektubat, 304-305).


GERÇEK SEVGİNİN ÖLÇÜSÜ 


Sevginin zayıf veya güçlü olması, sevdalı olduğunu iddia edenin samimiyeti ile doğru orantılıdır. Gerçek sevginin ölçüsü, onun barındırdığı dinamik enerji, pozitif sinerji ve potansiyel gücüdür. 

Hakikî sevgi, Hak ismine dayandığı, hak ve hakkaniyet din olan İslam’la yansıtıldığı için, 'İslam/hak daima üstündür, alt edilemez' (Buharî, cenaiz, 79) mealindeki hadis-i şerifin işaret ettiği güçlü bir konuma sahiptir. Sarp dağların engel olamadığı Ferhatların aslanlar gibi yürüyüşü, vahşi kurak çöllerin acımasız tavrı karşısında hiç istifini bozmayan Mecnunların bu akıl almaz duruşu, ancak bir aşkın gücü ile izah edilebilir.

Kur’an-ı Hakîmin ifadelerinden, Züleyhâ’nın nefsânî/mecazî aşkı ile, Hz. Yusuf’un Rabbânî/hakikî olan aşkının farkını anlamak mümkündür: 

'Yusuf’un aşkı, bağrını yakmış'(Yusuf, 12/30) kadın olarak ün yapmış Züleyhâ’nın nefsânî aşkının zayıflığı; 'İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın Yusuf’un gömleğini arkadan (çekerek) yırttı. Kapıda kadının kocası ile karşılaştılar. Kadın, kocasına dedi ki: ‘Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmak veya can yakıcı bir azaptan başka ne olabilir?Ò (12/25) mealindeki cümleden anlaşılabilir. Bir anda,—ilân-ı aşk ettiği—sevgilisinin aleyhine dönmesi, aşkının nefsânî ve zayıf olduğunun göstergesidir. 

Buna mukabil, Hz. Yusuf’un Rabbânî olan aşkının gücünü; 'Rabbim! Bana dünyada saltanat verdin, özel bir ilim ve bilgiyi lütfederek olayların arka planlarıyla ilgili isabetli yorumlar öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada da ahirette de benim dostum sensin, ne olur, artık Müslüman olarak canımı al ve Salih kimselerin arasına kat!' (12/101) mealindeki ifadesinde bulabiliriz.


SEVGİNİN YAN ETKİLERİ


İnsanoğlu geçici de olsa, dikkat ettiği bir konu/bir nesne hakkında duygularını yoğunlaştırmaya başlar. Duyguların yoğunlaştığı konu etrafında bir benimseme temayülü ortaya çıkar. Bu temayülün bahis mevzuu olduğu konuya tekrar, tekrar bakma meyli doğar. Bu mükerrer bakıştan bir ünsiyet, bir ülfet, bir yakınlık hissi meydana gelir. Yakınlık hissinden bir tanışıklık ve alışkanlık husule gelir. Bu alışkınlıktan şiddetli/güçlü bir meyil, bundan da sevgi doğar. 

Böylece şiddetli temayülden sevgi, şiddetli sevgiden aşk ortaya çıkar. Aşk ise, özelliği itibariyle, korumacıdır, maşukuna toz kondurmaz; tekelcidir, sevgilisini kıskanır, başkalarla var olan ortak yönlerinden ziyade temayüz eden farklı yönlerini, güzel yanlarını görmek ister. 

Aşk aynı zamanda kördür; sevdiğinin kusurlarını görmezlikten gelir. Aşk ve sevginin bu özelliklerinden ötürüdür ki, her âşık kendi maşukunun bendesi, hayal ettiği güzelliğinin esiri, var saydığı eşsizliğinin kulu-kölesi olur. Bütün dünya toplansa sevgilisini gözünde çirkin gösteremez. Bu yapısıyla sevda, gerçekte manevî pek çok yaralara merhem, bir çok hastalığa ilaç, bir çok zehire panzehir olmakla, hakikat yolcusunun gücüne güç katmakla beraber, yanlış kullanımından doğan yan etkileri oldukça zararlıdır. 

Bunun en açık delili şudur ki;—aşkın şekli ne olursa olsun—âşık olan nice kimselerin gözünde, en çirkin bir sima, sevgi ile cilalandığı zaman ay yüzlü bir güzel olup çıkar. En tutarsız bir düşünce, sevgi ortamına girdiği andan itibaren, en tutarlı bir görünüm kazanır. En yanlış bir ideoloji, sevgi rotasına girdiğinde en doğru bir endam ile boy göstermeye başlar. En mantıksız bir fikir, sevdalısının yanında bağları kopmaz, halkaları kenetlenmiş mantık zinciri görünümünde olur. En değersiz bir gaye, aşk potasında eridiği zaman, eşsiz bir değer kazanır.

Tarih, bu kör olası sevgi yüzünden basiret gözünü kaybeden, rotasını şaşıran, yanlışı doğru, batılı hak olarak gören nice mecnunlara şahitlik etmiştir. 


BU YANLIŞLARDAN KURTULMANIN YOLU


Şaşmaz bir rehber olan Kur’an gibi ilahî bir mesajın ışığında basiretinin gözüne sihirli 'hak sürmesi'ni çekmek, aklın gözüne mantık cilasını sürmek, gönül gözüne beka gözlüğünü takmak, onunla fani maşuklara bedel, baki-i hakiki olan Allah’ı ve saadet-i ebediye olan ahiret diyarını aşkının yegâne hedefi haline getirmektir. 

Her birimiz mecazî aşkı hakikî aşka dönüştürmeli, yanlış sevgilileri bırakıp doğru maşukları seçmeli, Hz.İbrahim gibi bekaya yönelik hakikî aşkı ilan etmeli ve şöyle demeliyiz: 

'Bir an var olup ardından hemen yok olmaya mahkum olan sevgilileri istemem..' 

Çünkü Güzel değildir batmakla kaybolan sevgili.

Çünkü zevale mahkum hakikî güzel olamaz ve aşk-ı ebedî için yaratılmış kalp ile sevilmez ve sevilmemeli. 

Bilakis vicdanın ta derin vadisinden kopup gelen şu feryatlara kulak verilmelidir:

Fâniyim, fâni olanı 

istemem. Âcizim, âciz olanı istemem.

Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayrı istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâkî isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.' 

(Bkz. Sözler, 213-218).

Evet isterim; gerçek sevgilinin yolunu gösteren, onun sevgisine sevgi katan, beni ona götüren bütün varlıkları isterim.. İsterim ki, sevdalı gönlüme gözlük, aklıma süzgeç, vicdanıma ayna olsunlar. Her şey sihirli bir ayna olsun ki, bana Rabbimi göstersin. 

Evet, her güzelin güzelliği O’nun cemalinden; her mükemmelin kemalatı da O’nun kemalinden haber vermektedir. İfadeleri farklı da olsa, işaret ettikleri güzellik ve mükemmellik O’na aittir. NİYAZİ BEKİ



İnsan yağmur gibi olmalı …, herkesi ıslatabilmeli… Rahmeti kuşanıp herkese, her şeye merhamet etmeli.. İnsan sözünü; yağmur gibi yumuşakça indirmeli kulaklara; Kırıp dökmemeli, damla damla söylemeli, ince ince sevmeli… Şefkatli olup kimseyi küçümsememeli, hor görmemeli, kimsenin dalını kırmamalı.. İnsan yağmur gibi, bir görünmeli bir saklanmalı… Öyle ince olmalı ki, ihtiyaç duyan onu dizi dibinde bulmalı, ihtiyaç bittiğinde hiç şikayetsiz ortalıktan kaybolmalı.. -net'ten-