9 Haziran 2010 Çarşamba

İnsanları seveceksin, gönlün bitmez tükenmez bir hoşgörü, bağışlama ve sevgi hazinesiyle dolu olmalıdır



"İnsanları seveceksin, gönlün bitmez tükenmez bir hoşgörü, bağışlama ve sevgi hazinesiyle dolu olmalıdır. Ayrıca insanları sevmenin yanında bütün yaratılmışları da, içinden gelen, aynı bitmez tükenmez sevgiyle sevmelisin. İnsanları sevmenin yanında, onlarla dost olmalı, onlara yakın ve merhametli davranmalı, kendini onlar yerine koyarak başarılarından sevinç duymalı ve başarısızlıklarına da üzülmelisin. Onlarla kendini o şekilde birleştirmelisin ki onların doğumlarına sevinmeli ölümlerine de acı duymalısın. Misyonun, insanlığı herkesçe bilinmesi gereken aynı hedefe yönlendirmek olmalıdır. Bunun da en kestirme, en tesirli ve en güzel yolu sevgi yoludur. İnsanlar için duyulan bu sınırsız sevgi ile insanlık barış ve huzura kavuşabilir. Ancak bu yolla kemâle ulaşılır. Bu âlemden ilahî âleme ulaşabilir, en sonunda da Allah'ı bulabilirsin.
"İnsanları seveceksin, gönlün bitmez tükenmez bir hoşgörü, bağışlama ve sevgi hazinesiyle dolu olmalıdır. Ayrıca insanları sevmenin yanında bütün yaratılmışları da, içinden gelen, aynı bitmez tükenmez sevgiyle sevmelisin. İnsanları sevmenin yanında, onlarla dost olmalı, onlara yakın ve merhametli davranmalı, kendini onlar yerine koyarak başarılarından sevinç duymalı ve başarısızlıklarına da üzülmelisin. Onlarla kendini o şekilde birleştirmelisin ki onların doğumlarına sevinmeli ölümlerine de acı duymalısın. Misyonun, insanlığı herkesçe bilinmesi gereken aynı hedefe yönlendirmek olmalıdır. Bunun da en kestirme, en tesirli ve en güzel yolu sevgi yoludur. İnsanlar için duyulan bu sınırsız sevgi ile insanlık barış ve huzura kavuşabilir. Ancak bu yolla kemâle ulaşılır. Bu âlemden ilahî âleme ulaşabilir, en sonunda da Allah'ı bulabilirsin."Hayatın temelinin Allah inancı, inanmanın temelinin ise güzel ahlâk olduğunu iyi bilmeliyiz.İnsanın insan olarak kalabilmesinin yolu, ve gerçeği idrak etmeye başlayabilmesi için, sonsuz hayata, yani ruhun ölmezliğine, kısacası "ahiret günü" gerçeğine inanmalı, benlik iddiasında bulunmamalı ve kendisini "tevhid" (birlik) prensibinden ayrı görmemelidir. 
Evrensel insanlığın sınırlarının bulunmaması ve herhangi bir dînî ahkâm veya milliyet ile sınırlandırılamaması sebebiyle, bir kimsenin gerçekten güvenebileceği tek şey, gerçek inanç sahibi ve bu inancında da samimi olan bir insandır."Hepiniz, her şeyden önce kendi kendinizle dost olmalısınız. Kendisiyle barışık olan bir insan, dünya ile de barışıktır. İşte gerçek hürriyet budur!" Bu olguya da insan kendisini bağımsız biri olarak değil fakat bütünün (kitlenin) bir parçası olarak idrak etmekle ulaşır. Bu da insanın, olayların kendi tercihinin sonucu olarak olmadığını, bir kader neticesi olarak meydana geldiğini, "olacaktı, oldu" düşüncesini kabûl etmesini bilmesi demektir. Yani kadere inanmaktır. O bunu bütünün iyiliği için yapacaktır. “Kendi egonuzu (nefsinizi) geri plana çekiniz.” Bu da nefsi yani egoyu, kabûl gören ortak değer yargılarıyla, her an kontrol altında tutmakla sağlanır.Dolayısıyla, kararmış ve katı bir kalbe sahip olan kişi, diğer taraftan Allah'ın tecelligâhı (göründüğü yer) olan ruha ve peygamberin vekîli sayılacak bir akla da sahip bulunduğundan, kendi ruhuyla ve aklıyla çelişkiye düşerek, daha derinde Allah ve peygamberle savaş içindedir. Savaş içinde olan böyle bir insanın ne durumda bulunduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Birisinin vücudunu suyla temizlediği gibi bu gümüş vazoyu da bir parça kimyasal madde ile temizlemek mümkündür. Fakat kalbin ve ruhun temizlenmesi ancak onu, bütün kötü düşünce ve amellerden temizlemekle, ve Allah'ın varlığından başka hiçbir varlık görmemek ve bilmemekle mümkündür.O, "İçinde Allah'ın tecelli ettiği bir ruh taşıyan (Kalbinde Allah sevgisi olan) ve bizi kaldırmak için yardım elini uzatan her insanın, sadık ve güvenilir bir dost olduğunu" söyler. Bu nedenle, "Yaratılmışlara gösterilen sevgi, saygı ve sadakat, Allah'a gösterilmiş gibidir"."Bizim için herkes yoktur? Biz yaptıklarımızı Allah için ve onun rızasını kazanmak için yaparız. Vicdanınıza danışın, yaptıklarınızdan vicdanınız rahatsa, ve siz sorumlu değilseniz, başkalarının ne düşündüğünden korkmayınız. Vicdanınızın rahat olması sizin için yeterlidir.""Bütün akılların üstünde Allah sevgisi yatar ve Allah sevgisi de ancak herbirinin içinde kendi esmasının tecelli ettiği yarattıklarını sevmekle mümkündür." Bu şekilde, bu büyük insan Allah sevgisini soyut bir kavramdan çıkararak somutlaştırmış, ona bir kimlik kazandırmıştır. Bunu da şu şekilde ifade etmiştir; "Değişik sûretlerde görünen her fert bizim insan şeklinde bir kardeşimizdir."Ancak insanlara hepsinin aynı evrende yaratılmış olduklarını hatırlatıp, onların birbirleriyle barışmasını sağlamalıyız. Bunu da samimi ve en olgunlaşmış bir sevgi ahlâkı ile başarabiliriz.
rabbim cümlemizi ona ulaşan kularından etsin

KİŞİ SEVDİGİYLE OLMAK İSTER

Sevdiğinin hâliyle hâllenir… Sevgisi kadarıyla, onunla yaşar!.

Sevginin ne olduğunu tam olarak bilemediğimiz için, çoğunlukla, “beğeni” ile “sevgi”yi birbirine karıştırırız...

“Beğeni” yanında “sahip olma” arzusuyla açığa çıkar!. 

Bir nesneden hoşlandığında, beğendiğin şeye sahip olmak ve üzerinde tasarruf edebilmek arzusuyla yaşarsın… 

Bu tüm mahlûkatta çok yaygın bir duygudur!. 

Kimi, beğendiğini cebine sokar; kimi beğendiğine tasma takıp yanında taşıyarak onunla hava atmak ister; kimi yakalayıp inine sürükler… Her mahlûk yaradılış fıtratına göre, beğendiği üzerinde tasarruf etmek ister.

“Sevmek” ise bundan çok farklıdır… 

Sevince, yalnızca sevdiğin için yaşamak istersin!. 

Yalnızca yanında olmak, yalnızca onun olmak, yalnızca onun zevk aldığıyla zevk alıp, sevmediğinden kaçmak istersin! Sevdiğin öylesine sarmıştır aklını, fikrini, ruhunu ki, her şey sana, onu hatırlatır; yanında iken bile onun içinde olmak istersin!… Yakınlık bile uzak gelir sana!… 

Sen kaybolursun, sende; sevdiğin kalır yalnızca, beyninde!.. 

Onun bakışıyla bakar, onun değerlendirmesiyle değerlendirir, onun diliyle konuşmaya başlarsın!. Gözün ondan başkasını görmez, kulağın ondan başkasını duymaz, elin ondan başkasına uzanmaz olur!.

Her an sana sahip olmasını; varlığının, tasarrufunun her an üzerinde olmasını, her an seni kucaklamasını istersin!… Bedensel yakınlık bile, korkunç uzaklık gibi gelir sana; ve onunla tek bir beden, tek bir rûh, tek bir şuur olmayı dilersin!. 

Sevgi, fıtratın müsait ise, sevdiğinde yok edesiye yakar seni; ve gün gelir kaşında-gözünde, yüzünde-dilinde sevdiğini görürler de, “sen o olmuşun” derler!

Beğenen sahip olmak ister…

Seven ise sevdiğinde yok olur; fedâ eder her şeyi sevdiği uğruna!.

Bazılarının da sevgi kokusu sürülür üstüne; “aşığım” sanır!. Ama sevdiği uğruna, fedâkârlık etmeye gelince sıra, o koku siliniverir üzerinden “kopamama” sabunuyla!. 

Parasından kopamaz… Mevkiinden kopamaz… Yakınlarından kopamaz… İçinde yaşadığı ortamın güzelliklerinden kopamaz… “Etraf”tan kopamaz!. 

Derken kusurlar belirmeye başlar sevdiğini sandığının üzerinde… Eksiklikler görmeye başlar, yetersizlikler görmeye başlar… Bunlar önce acıma duygusuna dönüştürür sevgisini; uzaktan acıyarak seyretmeye başlar… Sonra tatlı bir anıya dönüşür, sevgi sandığı duyguları!. Bu tecrübe gösterir ki, onun fıtratında sevgi programı yoktur!.. Beğeniyi, sevgi sanmıştır!.. 

Uzaklaşma ondan gelmemiş de, karşısındakinden gelmişse, bu defa “nefret”e döner “beğeni”; ondan intikam alma duygusu gelişir içinde; ve vicdanla intikam dalgaları arasında bir o yana bir bu yana sürüklenir durur; terkedilmişliğin, uzaklaşmanın, lâyık olmadığını yaşamanın sanısı içinde!.. 

Oysa yalnızca, fıtratında olmayan gerçek sevginin sonuçlarını yaşamaktadır!. Cüzdanı için, güzelliği-yakışıklılığı için, kendisine hoş gelen huyları için, mevkii-koltuğu için, ilmi için beğenmiştir; sevdiğini sanmış; sahip olamayınca da arzusuna erişememenin düş kırıklığı içinde kopmuş; yalnızca çıkarları doğrultusunda yaşamayı tercih etmiştir…

Seven ise göze almıştır kopmayı… Dışlanmayı… Paradan-puldan, nâmdan nişandan, dosttan akrabadan uzak kalmayı…

Fıtratından gelir sevgi!. Kulluğu sevmek üzeredir!. Onunla, sevmeyi yaşamak istediği için yaratmıştır onu Yaratan… O yüzden kopar anadan-babadan; dünyadan paradan!

Seven, karşılıksız sever!… 

Beğenen karşılığını ister!. 

Benim istediğim gibi yaşarsan seni boğarım sahip olduklarıma, der beğenen!.. 

Onun zaten fıtratında yoktur sevgi, bilmez aşkın ne olduğunu!.. Ne üzere yaratılmışsa, odur tüm meşgalesi… Karınca gibi çalışır; maymun gibi çiftleşir; aslan gibi yavrularına sahip çıkar… Ama pervane gibi sevemez!. Atamaz kendini ateşe!. 

Sevgi sonunda yanmayı getirir!.. Beğeni ise sonunda kaçmayı!.

Beğenen mahlûkat çoğunluğuna göre, “sevgi” delilikten bir türdür!.. Anlamazlar onlar, sevdiği uğruna, etraf ne derse desin deyip, her şarta katlanmayı! Ve “delillik bu” derler

Beğenme bir tür “hobi”dir!… Bazen ömür boyu sürer, bazen bir kaçyıl, bazen bir kaç ay!..

Sevgi bir ömür boyudur!… Bitmez, tükenmez, bazen durulur, bazen coşar ama hiç gerilemez!.

İçinde, özünde hissedilip açığa çıkaramadığını karşısındakinde bulduğun anda onu sevmeye başlarsın... özünde sevgin kadardır karşısındakine aşkın!..

Çoğunlukla karşısındakinden, ondakinin yüzünü göstermesinden gelir sevgi insana!.. 

Bazen de özünden gösterir yüzünü O!… O zaman onlar için derler ki, “Allah’a âşık oldu”!.. 

“Kendine seçtikleri”dir sevenleri bir çehreden!… Özünden sevgiyi yaşayanlardır, “mukarreb”leri!… 

Hünerlerini sergilemek için yaratmıştır herşeyi… 

Sevmek için yaratmıştır sevilenleri!. 

Gözlerinde seyretmek için gözleri olarak yaratmıştır “aşk”ı yaşattıklarını!.. 

Avam anlamaz ve bilmez bu aşkı!. Bunun aşk olduğunu!.. 

Oysa gerçek “aşk” O’nun ateşine pervane gibi atılıp; varlığını O’nda yitirip; O’nun “Bâki”liğini yaşattıklarıdır gerçek “âşık”lar!.. 

Özel bir fıtratla gelmişlerdir onlar, “âşık” olmak için!.. Yaşamları boyunca bir değer taşımamıştır dünya ve içindekiler!.. Parmaklarını bile kıpırdatmamışlardır dünya için!. “Allah de ötesinde bırak onları hevâlarıyla oyalansınlar” hitâbına mâruz kalmıştır programları; ve hücrelerine nüfûz etmiştir bu hitâp!.. 

Gerçek anlamıyla onlar “yaşarlar aşkı”; “Yaşar onlarda aşkı”; sever, acır, merhamet eder onlarda kullarına; çünkü bu sıfatlar için yaratmıştır onları!..

Var gel dostum, biz dönelim dünyamıza; bu masal gibi gelen sözler yeteri kadar ıslattı bizi!… Şimdi kurulanmak zamanı!. 

Dönelim dünyamıza, koşalım, çalışalım, didinelim; insanları sevindirmek için onlara bir şeyler verelim; ve gönüllerini hoş etmek için güllâbicilik eyleyelim!.. 

Sonra da, bunları hep “Tanrı –pardon Allah- için yapıyoruz!” diyerek vicdanlarımızı tatmin edelim!..

Gönül “aşk” için yaratılmamışsa, neye yarar bunca demek!…

İyisi mi, “hobi” kabilinden “dinle ilgilenip”, günümüzü gün eylemek!. 

AHMED HULÛSİ
2 Ağustos 1998
New Jersey, USA