20 Ekim 2010 Çarşamba

aşkın sırı


Aşkın sırrı ölmeden önce ölmektir.

Aşkın sırrı idrak meyvesini kazanmaktır.

Aşkın sırrı varlık kokusunu duymaktır.

Aşkın sırrı benliksiz ve diğergam olmaktır.

Aşkın sırrı korku ve endişe duymamaktır.

Aşkın sırrı su yerine susuzluğu aramaktır.

Aşkın sırrı kendi hiçliğimizi ve Yaratıcının Yüceliğini keşfetmektir.

Aşkın sırrı kalp gözüyle görmek ve duymaktır.

Aşkın sırrı dünyevî varlığımızın sınırlarından sınırsız ilahî güzellik âlemine kaçmak için şiddetli arzu duymaktır.

Aşkın sırrı kendini hiç olarak görmektir.

Aşkın sırrı yalnızca Yaratıcının var olduğunu bilmektir. Aşkın sırrı açlığın gıdamız haline gelmesidir.

Aşkın sırrı kusurlarımızın farkına varmaktır.

Aşkın sırrı Yaratıcının bize duyduğu sevgiden dolayı var olduğumuzu bilmektir.

Aşkın sırrı yaratılışın sebebinin aşk olduğunu bilip yaşamaktır.

Aşkın sırrı her şeyi O’nun nuruyla görmektir.

Aşkın sırrı aşkın ilacının acı olduğunu bilmektir.

Aşkın sırrı hem âşık hem Mâşuk olmaktır.

Aşkın sırrı her an Hakk’ın kapısında Hak için ağlamaktır.

Aşkın sırrı kendini O’ndan başka her maksattan sıyırmaktır.

Aşkın sırrı gerçek âşığın da mâşukun da Yaratıcı olduğunu bilmektir.
netten alıntı

19 Ekim 2010 Salı

Gül Ömrün beş mevsimi var




.Gül Ömrün beş mevsimi var: Aşk, hasret, yalnızlık, vuslat ve hüzün.
Şeyh Galib, meşhur mesnevisinde, 'Hüsn'ü bulmak için yollara düşen 'Aşk'ı mumdan bir gemiye bindirerek ateş denizinden geçirir.

"Mumdan bir gemiyle ateş denizini geçmek de ne ola ki?" diye yormayın zihninizi. Bu akılla kavranabilir bir keyfiyet değildir.... Ve bu öyle bir manzaradır ki aklı gözünde olanlarda temaşa zevki dahi uyandırmaz.

Bu tür muammaların hakkından ancak gönül gelir. Öyle ya ateşi gülşene çevirmek için İbrahim, İbrahim olmak içinse kainatı gönlün sorgusundan geçirmek gerek. İmkansızın peşine düşmek, mekanın ve zamanın ötesinde bir hayatın düşünü yormaya çalışmak ve aklın sınırlarının ötesine taşmaya çalışmak…
Gönül bu işine akıl erer mi?

Tarih sayfalarına kaydedilmiş ne kadar kahramanlık öyküsü, edebi metinler arasında ün yapmış ne kadar aşk masalı varsa aklın ve eşya düzeninin ötesinde yaşanmış serüvenlerdir hepsi. Bu nedenledir ki kimin "evvel zaman içinde..." diye başlayan bir öyküsü vardır, işte o, zamanın ve mekanın dışına taşabiliyor demektir.

Aklı gözünde olanlar dedim ya, işte onlar, her şeyi yanlış yerde aradıkları gibi, mevsimleri de takvimlerde ararlar. Ömrünü rakamlara mahkum etmiş her zavallı için baharın kıştan farkı sadece renklerin değişmesidir.

Dakikalara, saatlere, günlere, aylara ve yıllara bölerek yaşadığımızı sandığımız bu hayat aslında beş mevsimden ibarettir.

Evet, ömrün sadece beş mevsimi vardır: Aşk, hasret, yalnızlık, vuslat ve hüzün.

Aşk, zamanın gönül rengine boyandığı mevsimdir. Uçarı heveslerin, bıçkın arzuların beden mülkünü istila ettiği bu mevsimden hatıralar defterine nakşedilmiş birkaç soluk resim kalır. Ara sıra hayal aleminin pembe perdelerini aralayarak gönül penceresinden gülümseyen bu isimsiz suretlerin davetleri düşer aynalara. Damarda kanın ısınmaya başladığı anlar olur. Akıl gecikmiş davetlerin zelzelesinin enkazında kaybolur.

Ve aşk her yıl mevsim ayırmadan birkaç kez misafir olur gönül ülkesine. Aşk, aklın bedenden firar eylediği mevsimdir.

Hasret, ıssız yolların dikenlerini sevdanın ve sohbetin ezgileriyle ayıklama uğraşıdır. Dönmeyeceklerini bile bile gidenleri beklemektir. Beklemek ağız tadıdır hasret mevsiminde. Dem olur ki gönül; güneşi arayan ufuk, bülbülü sesleyen gül, ateşi arayan pervane, aklıyla kavgalı bir divane yahut sılaya selam göndermek için turna katarlarını bekleyen bir garip olur.

Hasret ki, yolların yorgun yüreklere yüklediği gam, gönül yurdunu vakitsiz kuşatan akşamdır. Hasret ki yolların yolculara geçit vermediği mevsimdir.

Yalnızlık, tutsaklık zincirinin gönül kuşunun ayaklarına dolandığı andır. Öyle yaman bir zamandır ki bu, gönül bahçesinin bütün renklerini siyaha dönüştürür. Huzur ürkek bir güvercin gibi uçup gider ötelere. Geceler alabildiğince uzar, gündüzler bir alacakaranlıktan ibaret kalır. Ağlasın hallerine talih ki şafağın zincirlerine vurulmuş birer gölgedir sevgiden yoksul yürekler.

Yalnızlık, yılgınlığın insafsız bir akınla gönül ülkesini tarumar eylediği mevsimdir.

Vuslat, aldanıştır. İkiliğin olduğu yerde aşk, aşkın olmadığı yerde vuslat yoktur. Çöl Mecnun'dan, dağ Ferhat'tan, Kerem ateşten, Aslı külden, gül bülbülden ve gam gönülden ne zaman ayrıldı ki... Yusuf Züleyha'dan kaçabilir mi, tek kanatla uçabilir mi turnalar, aklın anahtarı açabilir mi sevdanın kapısını... Ve siz, denize ulaşmayan kaç ırmak gördünüz ki?
Vuslat ki, ruhların bedenleri imkansızın peşinde yorduğu mevsimdir.
Hüzün, bütün duyguların birbirine karıştığı ve akılla gönlün kıyasıya yarıştığı bir kavşaktır ki ona varan bütün yollar ıssız, bütün yolcular yaralı, bütün haberler kötü ve bütün selamlar buruktur. Ve onun ikliminden geçen bütün kuşların kanatları kırıktır. Her şeyden geriye buruk bir tat kalmıştır ancak.
Ve hüzün, yılların ötesinden buruk davetler gönderen hatıraların mevsimidir...Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır....
İşte böyle ey gül-i rana!
Ömrün beş mevsimi var: Aşk, hasret, yalnızlık, vuslat ve hüzün.

Sahi, sen hangi mevsimdesin?

17 Ekim 2010 Pazar

AŞK BAHÇESİNİN SAKLI ÇİÇEĞİ

Gökyüzündeki yıldızlar yine aşıklar için süslenmiştir. Dalgalar aşk şarkıları söyler. Gece aşıkları yine kendine çağırıyor. Gece beni kendine çekiyor. Evden sanki bir yere yetişmem gerekiyormuşçasına hızlıca çıkıyorum. Kapıyı açar açmaz. Kendimi bahçede buluyorum. Yavaşlıyorum önce. Biraz durup aşk senfonisini dinliyorum. Ağaçların hışırtısına karışan dalga seslerini dinliyorum. Biryandan da kulağım hafiften esen rüzgarda. Rüzgarın bana sözü var. Aşkımın sesini bana çok uzaklardan getirecek. Ama ben bir türlü duyamıyorum. Aşkım sen mi bir şey söylemiyorsun yoksa rüzgar mı bana verdiği sözü tutmuyor bilmiyorum. Yavaş ve yorgun adımlarla bahçenin sonuna kadar ilerliyorum. Burada deniz mükemmel görünüyor. Dalgalar biraz daha yükselse ayaklarıma vuracak. Yakamoz deniz üstünde bir aşk yolu çizmiş. Sonu görünmeyen dalgalı bir aşk yolu… Tıpkı kalbim gibi dalgalı. Tıpkı kalbimdeki aşk gibi bu yolda sonsuz...
Uzaklara bakıp dalgalarla birlikte kalbim atarken gözlerimden yine yaşlar geliyor. Ellerim titriyor. Elimdeki resim titriyor her gece öpüp kokladığım aşkın resmi titriyor. Ayın ışığıyla yarım yamalak gördüğüm biricik aşkımın resmi ıslanıyor.
Bu gece ilk defa fark ettiğim üç adım ötemde duran bahçenin en güzel çiçeği olan bir gülün yanına gidiyorum. Neden daha önce fark etmemiştim ki… Oda sanki beni bekliyordu. Her gece ağladığıma şahit olup beni izliyormuş meğer.
Söylesene "Ey gül çok mu güçsüz görünüyorum buradan bakınca." Gül ağlayarak "Bunu neden gözlerinden akan gözyaşlarına sormuyorsun. Gözyaşlarını dinlesene." dedi gözlerimden gelen bir damla avucuma kondu. O damla dahi ağlıyordu. "Ben senin kalbindeki aşk ile vücut buldum şimdi en güzel diyardan ayrılıyorum" diyordu. Giderken hazin damlaları dökerek "Ben senin kalbindeki aşkın şahidiyim. Ben aşkı, aşk yapan gücüm" deyip oda aşk denizinde bir damla oldu.
Başımı kaldırıp güle baktım hafif bir sesle " Biliyor musun ey gül dünyanın en mükemmel ve en güzel insanına aşık oldum. Her gece ona olan aşkımı gözyaşlarımla suluyorum. Kalbimdeki alevler dışarı çıksa sanki kainatını tutuşturacak. Ve bilir misin ey gül ben daha ruhlar ilk yaratıldığı gün kalbim aşkıma vuruldu. Ben ona ta o zamandan beridir aşığım. Ve ben hep onu aradım. Her yerde onu aradım. Ruhum hep onu soludu. Hep onu yaşadım. En sonunda buldum onu… Sonra hep kaybetmekten korktum. Aşkımı bulmuşken kaybetmek ölmek için çırpınıpta ölememek demekti. Ve bil ey gül ben aşkımı sonsuza kadar sevecem... Sonsuza kadar
Gülde ağlıyordu bende… Sen ey gül dedim bunca bülbüle rağmen sen kime aşıksın ki aşıklar hep seninle konuşur... Ben "O’na aşığım dedi kainatın sahibine aşığım." Tebessümle bana "Eğer birbirinize gerçekten aşıksanız, eğer sonsuza kadar ayrılmak istemiyorsanız, eğer sonsuza kadar mutlu olmak istiyorsanız O’nu tanıyın ve O’na kul olun."
Ağlıyordum ve anlamıştım "Ömrümün sonuna kadar seni sevecem diyen aşkların yalan oldugunu…" O’nu tanımayanların aşklarının gelip geçici olduğunu. Onlardaki sevginin gerçek olmadığını, aslında birbirlerine seni seviyorum derken yalan söylediklerini…
Bilmeni istiyorum aşkım, ben sana aşığım ve seninle sonsuza kadar mutlu olmak istiyorum..

(Nurullah TUNA)

6 Ekim 2010 Çarşamba

26 Temmuz 2010 Pazartesi

TASAVVUFTA LALE YARADAN`I HATIRLATIR…

Aşkımdan pürsafâyımdır sanırsın belki bu demler…
Aşkın neşvesi olmaz
Lâle; Eğlâl
Leylî; Leylâ olmadan Ey güzel…

* * *

Üzerimde aşkın pırıltıları olabilir belki…
Veya âşıkların in’ikasıyla bir kıvılcım görebilirsin yüzümde…
Bu yüzümde gördüklerin ancak bir gölge ve akisten ibarettir. Ne özüdür, ne de kendisi…
Aynada yüzünü gördüğün vakit:
“-Bu zât benim gibi biridir ancak!” diyebilir misin?
Bir nehrin üzerine düşen yaprak için:
“-Bu ne güzel, ne berrak bir sudur.” diyebilmen mümkün müdür? Sana berrak su diyebilmeleri için bulutların ötesinden dökülüp gelen ve nehre karışan bir yağmur damlası olman îcâb etmez mi?

İşte benim aşka yakınlığım onun akışıyla yönlenen bir yaprak kadar yakın, uzaklığım ise bir o kadar ondan ayrı bir cisim olup ona karışmamdaki zorluktan ve sırdandır.

Lâle, kelime olarak ele alındığında Arapça “Allâh” lâfzına âit harfleri taşımakta olduğu görülür. Eğlâl kelimesi de “lâle” kökünden gelir. Eğlâl ise Yâsin Sûresi’nde “eğlâlen” şeklinde geçmektedir. Manası ise; “boyunduruk”tur.

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hicret edecekleri vakit kapıdaki müşrikleri etkisiz hâle getirmek için Yâsin Sûresi’nin bu âyetini okuyarak onlara bir avuç toprak atmıştı. Müşrikler bunun etkisiyle sanki boyunlarına boyunduruk geçirilmişçesine başlarını aşağıya indirememiş ve Efendimiz’i görememişlerdi. Onlar Efendimiz’i göremedikleri gibi gözleri kâinatın bütün hakîkatlerine âmâ olmuştur.

Bunun mukâbili olarak kalblerine Allâh lafzını yerleştiren ve istîdâdınca idrak etmiş olan Hak âşıkları da sanki boyunlarına nurdan bir halka geçirmişçesine başları yukarıda ilâhî cezbeye gark olmuş, onun neşvesiyle müstağrak bir hâldedirler. Aşağının kötülük ve pisliklerinden uzak, mâsivâdan arındırılmış bir gönülle her şeyden mahrûm olanlar için duâ ve ilticâ hâlindedirler.

Lâlenin harfî manası “hilâl”e de ulaşmaktadır. Onlar semâdaki hilâlin parıltılarıyla yol alır, yıldızlarla semaya dururlar. Bir semâzenin en makro hâlidir, hilâli çevreleyen yıldızlar…

Lâlenin ebced hesabı 66′dır. Altmış altı “Elhamdülillâh”a denk gelir. Onlar o hayret makamının coşkusuyla yaşadığı istiğrak hâline hamdederek “Elhâmdülillâh” derler.

Lâlenin içi kömür gibidir. Ancak dıştan görünmez. Dışı ise içinin tam tersine pas parlak, canlı ve rûha sekînet verici bir görünüme sahiptir. Onun bu hâli tıpkı bağrı yanık bir dervişin mütebessim nûr hâleli yüzüne benzer.

Gerçek lâlelerin hepsinde renkli altı yaprak bulunur. Bu ise îmanın altı nûrunun libâsına bürünen dervişin îmân ve ihsan potasında erimesi ve daha sonra bu nurun şualarıyla derinden bir yanışa gark olmasının da bir simgesidir.

Bununla beraber Kur’ân-ı Kerîm’in (aynı zamanda Fâtiha sûresinin) altıncı âyeti de “Bizi dosdoğru yola (Sırât-ı Müstakîm’e) ilet” âyet-i kerimesidir. Bu âyet aynı zamanda bir duâ vasfı taşımaktadır.

Lâlenin renkli yapraklarının yukarıya doğru olması da tıpkı bir dervişin duâ edişindeki edâyı andırır. Zira derviş bu hâl ile sırât-ı müstakîm üzere olmayı murâd etmiş ve ifrat-tefrit noktalarını törpüleyerek hakîkate, yani istikâmete ermiştir. Ve tıpkı lâlenin derûnundaki siyahlığı göstermemesi gibi o da içinde yaşadığı yanış halini gizlemiş ve kendine her nazar edene o güzel rengini sunarak ona ferahlık vermiştir. Nitekim lâlenin en revaç bulduğu dönemlerden biri olan Osmanlılar zamanında ona, “ferâhâver (ferahlık veren)” denmiştir. İşte bu vasıflarla vasıflanan derviş de tıpkı lâlenin bu adını alarak etrafına letâfet ve zerâfet saçmış, gönüllere âb-ı hayat sunmuştur.

Hülâsa; lâlenin eğlâl oluşu, Lâlenin hakîkat deryasına dalış hâlidir.

Leyl; gece demektir. Gece sevda demektir. “Sevda”nın asıl manası “siyah”tır. Gece kıymet bilene “kara sevda”nın yaşandığı ânlardır. Eğer sen geceyi kopkoyu bir boşluk olmaktan çıkarmak istersen, gönüldeki yârları ve ağyârları yok etmelisin! İşte o zaman her yer sana âyân olur. Sanırsın ki gece bitmiş de gündüz oluvermiştir. Böylece fânî muhabbetler silinerek kalb sevdânın deryâsının derinliklerinde yolculuğa çıkmıştır. Burada bahsedilen “Leylâ” temsîlî olup, asıl kasdedilen “Mevlâ”dır.

Her yerin âyân oluşuyla kalb kâinâtın esrârını okuyucu ve alıcı bir hâle gelir. Ve Cebrâil’in “Oku” emrini müteâkiben örtüsüne bürünen ürkek yürek, artık serpilip açılır ve her yanda Leylâ’yı “Mevlâ” görür hâle gelir.

Ey Gönül! Cânına üflenen nefhayla yan da kavrul!
Amma lâle gibi ol ki, hâlinden sadece “yâr” haberdâr olsun.
Öyle ki, Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ümmeti için gönlü dâim hüzne gark olurken dahî, yüzü her lahzâ beşûş (mütebessim) idi…

9 Haziran 2010 Çarşamba

İnsanları seveceksin, gönlün bitmez tükenmez bir hoşgörü, bağışlama ve sevgi hazinesiyle dolu olmalıdır



"İnsanları seveceksin, gönlün bitmez tükenmez bir hoşgörü, bağışlama ve sevgi hazinesiyle dolu olmalıdır. Ayrıca insanları sevmenin yanında bütün yaratılmışları da, içinden gelen, aynı bitmez tükenmez sevgiyle sevmelisin. İnsanları sevmenin yanında, onlarla dost olmalı, onlara yakın ve merhametli davranmalı, kendini onlar yerine koyarak başarılarından sevinç duymalı ve başarısızlıklarına da üzülmelisin. Onlarla kendini o şekilde birleştirmelisin ki onların doğumlarına sevinmeli ölümlerine de acı duymalısın. Misyonun, insanlığı herkesçe bilinmesi gereken aynı hedefe yönlendirmek olmalıdır. Bunun da en kestirme, en tesirli ve en güzel yolu sevgi yoludur. İnsanlar için duyulan bu sınırsız sevgi ile insanlık barış ve huzura kavuşabilir. Ancak bu yolla kemâle ulaşılır. Bu âlemden ilahî âleme ulaşabilir, en sonunda da Allah'ı bulabilirsin.
"İnsanları seveceksin, gönlün bitmez tükenmez bir hoşgörü, bağışlama ve sevgi hazinesiyle dolu olmalıdır. Ayrıca insanları sevmenin yanında bütün yaratılmışları da, içinden gelen, aynı bitmez tükenmez sevgiyle sevmelisin. İnsanları sevmenin yanında, onlarla dost olmalı, onlara yakın ve merhametli davranmalı, kendini onlar yerine koyarak başarılarından sevinç duymalı ve başarısızlıklarına da üzülmelisin. Onlarla kendini o şekilde birleştirmelisin ki onların doğumlarına sevinmeli ölümlerine de acı duymalısın. Misyonun, insanlığı herkesçe bilinmesi gereken aynı hedefe yönlendirmek olmalıdır. Bunun da en kestirme, en tesirli ve en güzel yolu sevgi yoludur. İnsanlar için duyulan bu sınırsız sevgi ile insanlık barış ve huzura kavuşabilir. Ancak bu yolla kemâle ulaşılır. Bu âlemden ilahî âleme ulaşabilir, en sonunda da Allah'ı bulabilirsin."Hayatın temelinin Allah inancı, inanmanın temelinin ise güzel ahlâk olduğunu iyi bilmeliyiz.İnsanın insan olarak kalabilmesinin yolu, ve gerçeği idrak etmeye başlayabilmesi için, sonsuz hayata, yani ruhun ölmezliğine, kısacası "ahiret günü" gerçeğine inanmalı, benlik iddiasında bulunmamalı ve kendisini "tevhid" (birlik) prensibinden ayrı görmemelidir. 
Evrensel insanlığın sınırlarının bulunmaması ve herhangi bir dînî ahkâm veya milliyet ile sınırlandırılamaması sebebiyle, bir kimsenin gerçekten güvenebileceği tek şey, gerçek inanç sahibi ve bu inancında da samimi olan bir insandır."Hepiniz, her şeyden önce kendi kendinizle dost olmalısınız. Kendisiyle barışık olan bir insan, dünya ile de barışıktır. İşte gerçek hürriyet budur!" Bu olguya da insan kendisini bağımsız biri olarak değil fakat bütünün (kitlenin) bir parçası olarak idrak etmekle ulaşır. Bu da insanın, olayların kendi tercihinin sonucu olarak olmadığını, bir kader neticesi olarak meydana geldiğini, "olacaktı, oldu" düşüncesini kabûl etmesini bilmesi demektir. Yani kadere inanmaktır. O bunu bütünün iyiliği için yapacaktır. “Kendi egonuzu (nefsinizi) geri plana çekiniz.” Bu da nefsi yani egoyu, kabûl gören ortak değer yargılarıyla, her an kontrol altında tutmakla sağlanır.Dolayısıyla, kararmış ve katı bir kalbe sahip olan kişi, diğer taraftan Allah'ın tecelligâhı (göründüğü yer) olan ruha ve peygamberin vekîli sayılacak bir akla da sahip bulunduğundan, kendi ruhuyla ve aklıyla çelişkiye düşerek, daha derinde Allah ve peygamberle savaş içindedir. Savaş içinde olan böyle bir insanın ne durumda bulunduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Birisinin vücudunu suyla temizlediği gibi bu gümüş vazoyu da bir parça kimyasal madde ile temizlemek mümkündür. Fakat kalbin ve ruhun temizlenmesi ancak onu, bütün kötü düşünce ve amellerden temizlemekle, ve Allah'ın varlığından başka hiçbir varlık görmemek ve bilmemekle mümkündür.O, "İçinde Allah'ın tecelli ettiği bir ruh taşıyan (Kalbinde Allah sevgisi olan) ve bizi kaldırmak için yardım elini uzatan her insanın, sadık ve güvenilir bir dost olduğunu" söyler. Bu nedenle, "Yaratılmışlara gösterilen sevgi, saygı ve sadakat, Allah'a gösterilmiş gibidir"."Bizim için herkes yoktur? Biz yaptıklarımızı Allah için ve onun rızasını kazanmak için yaparız. Vicdanınıza danışın, yaptıklarınızdan vicdanınız rahatsa, ve siz sorumlu değilseniz, başkalarının ne düşündüğünden korkmayınız. Vicdanınızın rahat olması sizin için yeterlidir.""Bütün akılların üstünde Allah sevgisi yatar ve Allah sevgisi de ancak herbirinin içinde kendi esmasının tecelli ettiği yarattıklarını sevmekle mümkündür." Bu şekilde, bu büyük insan Allah sevgisini soyut bir kavramdan çıkararak somutlaştırmış, ona bir kimlik kazandırmıştır. Bunu da şu şekilde ifade etmiştir; "Değişik sûretlerde görünen her fert bizim insan şeklinde bir kardeşimizdir."Ancak insanlara hepsinin aynı evrende yaratılmış olduklarını hatırlatıp, onların birbirleriyle barışmasını sağlamalıyız. Bunu da samimi ve en olgunlaşmış bir sevgi ahlâkı ile başarabiliriz.
rabbim cümlemizi ona ulaşan kularından etsin

KİŞİ SEVDİGİYLE OLMAK İSTER

Sevdiğinin hâliyle hâllenir… Sevgisi kadarıyla, onunla yaşar!.

Sevginin ne olduğunu tam olarak bilemediğimiz için, çoğunlukla, “beğeni” ile “sevgi”yi birbirine karıştırırız...

“Beğeni” yanında “sahip olma” arzusuyla açığa çıkar!. 

Bir nesneden hoşlandığında, beğendiğin şeye sahip olmak ve üzerinde tasarruf edebilmek arzusuyla yaşarsın… 

Bu tüm mahlûkatta çok yaygın bir duygudur!. 

Kimi, beğendiğini cebine sokar; kimi beğendiğine tasma takıp yanında taşıyarak onunla hava atmak ister; kimi yakalayıp inine sürükler… Her mahlûk yaradılış fıtratına göre, beğendiği üzerinde tasarruf etmek ister.

“Sevmek” ise bundan çok farklıdır… 

Sevince, yalnızca sevdiğin için yaşamak istersin!. 

Yalnızca yanında olmak, yalnızca onun olmak, yalnızca onun zevk aldığıyla zevk alıp, sevmediğinden kaçmak istersin! Sevdiğin öylesine sarmıştır aklını, fikrini, ruhunu ki, her şey sana, onu hatırlatır; yanında iken bile onun içinde olmak istersin!… Yakınlık bile uzak gelir sana!… 

Sen kaybolursun, sende; sevdiğin kalır yalnızca, beyninde!.. 

Onun bakışıyla bakar, onun değerlendirmesiyle değerlendirir, onun diliyle konuşmaya başlarsın!. Gözün ondan başkasını görmez, kulağın ondan başkasını duymaz, elin ondan başkasına uzanmaz olur!.

Her an sana sahip olmasını; varlığının, tasarrufunun her an üzerinde olmasını, her an seni kucaklamasını istersin!… Bedensel yakınlık bile, korkunç uzaklık gibi gelir sana; ve onunla tek bir beden, tek bir rûh, tek bir şuur olmayı dilersin!. 

Sevgi, fıtratın müsait ise, sevdiğinde yok edesiye yakar seni; ve gün gelir kaşında-gözünde, yüzünde-dilinde sevdiğini görürler de, “sen o olmuşun” derler!

Beğenen sahip olmak ister…

Seven ise sevdiğinde yok olur; fedâ eder her şeyi sevdiği uğruna!.

Bazılarının da sevgi kokusu sürülür üstüne; “aşığım” sanır!. Ama sevdiği uğruna, fedâkârlık etmeye gelince sıra, o koku siliniverir üzerinden “kopamama” sabunuyla!. 

Parasından kopamaz… Mevkiinden kopamaz… Yakınlarından kopamaz… İçinde yaşadığı ortamın güzelliklerinden kopamaz… “Etraf”tan kopamaz!. 

Derken kusurlar belirmeye başlar sevdiğini sandığının üzerinde… Eksiklikler görmeye başlar, yetersizlikler görmeye başlar… Bunlar önce acıma duygusuna dönüştürür sevgisini; uzaktan acıyarak seyretmeye başlar… Sonra tatlı bir anıya dönüşür, sevgi sandığı duyguları!. Bu tecrübe gösterir ki, onun fıtratında sevgi programı yoktur!.. Beğeniyi, sevgi sanmıştır!.. 

Uzaklaşma ondan gelmemiş de, karşısındakinden gelmişse, bu defa “nefret”e döner “beğeni”; ondan intikam alma duygusu gelişir içinde; ve vicdanla intikam dalgaları arasında bir o yana bir bu yana sürüklenir durur; terkedilmişliğin, uzaklaşmanın, lâyık olmadığını yaşamanın sanısı içinde!.. 

Oysa yalnızca, fıtratında olmayan gerçek sevginin sonuçlarını yaşamaktadır!. Cüzdanı için, güzelliği-yakışıklılığı için, kendisine hoş gelen huyları için, mevkii-koltuğu için, ilmi için beğenmiştir; sevdiğini sanmış; sahip olamayınca da arzusuna erişememenin düş kırıklığı içinde kopmuş; yalnızca çıkarları doğrultusunda yaşamayı tercih etmiştir…

Seven ise göze almıştır kopmayı… Dışlanmayı… Paradan-puldan, nâmdan nişandan, dosttan akrabadan uzak kalmayı…

Fıtratından gelir sevgi!. Kulluğu sevmek üzeredir!. Onunla, sevmeyi yaşamak istediği için yaratmıştır onu Yaratan… O yüzden kopar anadan-babadan; dünyadan paradan!

Seven, karşılıksız sever!… 

Beğenen karşılığını ister!. 

Benim istediğim gibi yaşarsan seni boğarım sahip olduklarıma, der beğenen!.. 

Onun zaten fıtratında yoktur sevgi, bilmez aşkın ne olduğunu!.. Ne üzere yaratılmışsa, odur tüm meşgalesi… Karınca gibi çalışır; maymun gibi çiftleşir; aslan gibi yavrularına sahip çıkar… Ama pervane gibi sevemez!. Atamaz kendini ateşe!. 

Sevgi sonunda yanmayı getirir!.. Beğeni ise sonunda kaçmayı!.

Beğenen mahlûkat çoğunluğuna göre, “sevgi” delilikten bir türdür!.. Anlamazlar onlar, sevdiği uğruna, etraf ne derse desin deyip, her şarta katlanmayı! Ve “delillik bu” derler

Beğenme bir tür “hobi”dir!… Bazen ömür boyu sürer, bazen bir kaçyıl, bazen bir kaç ay!..

Sevgi bir ömür boyudur!… Bitmez, tükenmez, bazen durulur, bazen coşar ama hiç gerilemez!.

İçinde, özünde hissedilip açığa çıkaramadığını karşısındakinde bulduğun anda onu sevmeye başlarsın... özünde sevgin kadardır karşısındakine aşkın!..

Çoğunlukla karşısındakinden, ondakinin yüzünü göstermesinden gelir sevgi insana!.. 

Bazen de özünden gösterir yüzünü O!… O zaman onlar için derler ki, “Allah’a âşık oldu”!.. 

“Kendine seçtikleri”dir sevenleri bir çehreden!… Özünden sevgiyi yaşayanlardır, “mukarreb”leri!… 

Hünerlerini sergilemek için yaratmıştır herşeyi… 

Sevmek için yaratmıştır sevilenleri!. 

Gözlerinde seyretmek için gözleri olarak yaratmıştır “aşk”ı yaşattıklarını!.. 

Avam anlamaz ve bilmez bu aşkı!. Bunun aşk olduğunu!.. 

Oysa gerçek “aşk” O’nun ateşine pervane gibi atılıp; varlığını O’nda yitirip; O’nun “Bâki”liğini yaşattıklarıdır gerçek “âşık”lar!.. 

Özel bir fıtratla gelmişlerdir onlar, “âşık” olmak için!.. Yaşamları boyunca bir değer taşımamıştır dünya ve içindekiler!.. Parmaklarını bile kıpırdatmamışlardır dünya için!. “Allah de ötesinde bırak onları hevâlarıyla oyalansınlar” hitâbına mâruz kalmıştır programları; ve hücrelerine nüfûz etmiştir bu hitâp!.. 

Gerçek anlamıyla onlar “yaşarlar aşkı”; “Yaşar onlarda aşkı”; sever, acır, merhamet eder onlarda kullarına; çünkü bu sıfatlar için yaratmıştır onları!..

Var gel dostum, biz dönelim dünyamıza; bu masal gibi gelen sözler yeteri kadar ıslattı bizi!… Şimdi kurulanmak zamanı!. 

Dönelim dünyamıza, koşalım, çalışalım, didinelim; insanları sevindirmek için onlara bir şeyler verelim; ve gönüllerini hoş etmek için güllâbicilik eyleyelim!.. 

Sonra da, bunları hep “Tanrı –pardon Allah- için yapıyoruz!” diyerek vicdanlarımızı tatmin edelim!..

Gönül “aşk” için yaratılmamışsa, neye yarar bunca demek!…

İyisi mi, “hobi” kabilinden “dinle ilgilenip”, günümüzü gün eylemek!. 

AHMED HULÛSİ
2 Ağustos 1998
New Jersey, USA

16 Nisan 2010 Cuma

Sessiz bir feryat gibi

Hayat, hisseden gönüllere bir seraptır... ♥ Acıların tortulaştığı bir ömür de, günler salise olur, mevsimler saniye, seneler ise adeta dakikadır... Çünkü yaşanan her güzellik, başlayan her sevda, ışık hızıyla geçer ömrün kenarından... İnsana yalnızca geçirdikleri ...arkasından buruk bakışlar kalır... Sevda ise... Sevginin zirve noktasıdır... Artık O.. Kalbinde ayrı bir varlık taşır Ve bu varlığın büyüklüğü, yüceliği erişilmezliği nisbetinde kişi mesafeler kat eder... Buna sevda ateşi derler ki insan yavaş yavaş fenaya doğru yaklaşır bu ateşte yana yana... Çünkü bir anlık düştür bu koca hayat... Ve bir ağacın altında gölgelenmek kadar kısadır... Nice güzellikler vardır, nice hasretler vardır, henüz başlayan, nice sevdalar vardır kainat kadar azametlidir... Hepsi; ama hepsi bir kaşık hüzünle noktalanmaya mahkumdur... Ne demişler !... Gönül... Çalamazsan aşkın sazını, ne perdeye dokun ne teli incit... Eğer çekemezsen gülün nazını, ne dikene dokun ne gülü incit... Sahrada Mecnun değilsen, ne Leyla' yı çağır ne çölü incit... Mevlana' nın şu sözü de düğümlenir o sineler de; "Her derdin bir acısı var... Acılarım katlanılmaz değil ama, birde tuz Basanı var... Her aşkın bir hasreti var, her hasretin bir çilesi... Çilem çekilmez değil ama bir de Çektireni var..." "Her aşığın bir sözü var.... Her sözün bir söyleteni, söyleyecek çok şeyim var ama bir de Susturanı var... " "Ve ben... Şimdi SUSTUM !..." Çünkü... İnsan; Yıkılırken bile "Lamelif" gibi devrilmeli bükülmeden. ( لا ) Sevdiğine atılan kurşunları "Cim" gibi alabilmeli bağrına. ( ج ) Sırtına dağlar yüklendiğinde "Elif" gibi dimdik durabilmeli. ( ا ). Bir ömür "Kef" gibi sevdiğini kucağın da taşıyabilmeli. (ك) Sevdiğine ölürken bile "Te" gibi tebessüm edebilmeli. (ت ) Bunlar için bile; Bir tek Rabb karşısında "Mim" gibi secdeye koymalı başını. (م ) Yüreğinden bir ses yükselirse bir gün... İçinden alevli bir sızı dudağına rengini aksettirirse... Bil ki !.. Ben orada olacağım !...

21 Mart 2010 Pazar

vuslata varış

vuslata varis
Bir tevekkül ilistir kalbime ey Rabbim;
Ilik bahar rüzgârlari gibi ferahlatsin yaralarimi. Sürüklesin sonbahari, eylülü hatta hüznü bile. Ben ikindi vaktinin yorgun tutsagiyim. Uzayan gölgemle birlikte kisalan ömrüm, kizillasan gökyüzüne dalmis sönük gözlerim var. Muhtaçligimi, acizligimi katip duama bir tutam tevekkül istiyorum Rabbim; bakislarima, yitiklerime, kaybedislerime. Bir tevekkül istiyorum Rabbim; gözlerimin kapandigi yer umut, açildigi yer Allahu Ekber! Bir tevekkül ilistir kalbime ey Rabbim!Suskunlugumun adi olsun. Ayaza çekmis gecelerimin sizilarini sustursun önce. Dindirsin bütün hesaplarimi, kavgalarimi, anlamsiz gürültülerimi. Sakin ve suskun bir teslimiyette bulayim âlemin huzurunu. Biliyorum, sessizlik gecenin üzerinde bir yük degildir sadece. Her kalem kâgitlara önce sessizligi yazar ve her sessizlik önce aska bular kendini. Meryem suskunluguna bulanmis ask-i tevekkül istiyorum senden ey Rabbim. Yalnizca senden ve yalnizca senin askini istiyorum. Bir insirah, bir genislik, bir tevekkül… Kalemimin ilk hecesi sükût, son hecesi Nûn… Bir tevekkül ilistir kalbime ey Rabbim!Tebessümler biraksin yüzümde. Bahari bekleyen tohumlarim filizlensin kalbimin otaginda. Ufak bir çocuk safligiyla bürünsün duam ellerime. Gözyaslarim bekledigim mustularimi beslesin. Bir tevekkül bahset ey Rabbim gönlüme, duama, sabrima... Yeni bir dirilisi müjdeleyen bir bahar örülsün hayatima. Gözyaslarimin dilini bilen sensin, tut kelimelerimin niyazini, tut ellerimi, tut beni ey Rabbim ve bir tevekkül kondur yüregime… Bir tevekkül ilistir kalbime ey Rabbim! Armaganim olsun. Yagmur damlasi gibi usulca islatsin çatlamis ruhumu... Bütün dayanaklarimi ve bütün tutamaklarimi birakip ardimda senin saglam ipine sarilayim simsiki... Seni bulayim hep aramaklarimda...Titresin kalbim ismini her duydugumda. Sah damari yakinliginda degsin alnim secdeye. Atmasina izin verdigin kalbim senin askinla atsin. Senin isminle baslasin baslamaklarim. Ben aceleye meyyal gönlümle hicretini tamamlayamayan bir muhacirim. Ellerim bos, boynum düsük, dizlerim titrek. Bir tevekkül istiyorum Rabbim; sana giden yollarimi açan, yüregime bir fetih, hasretlerime bir vuslat… Fazlindan bir tevekkül istiyorum ey Rabbim beni sana baglayan, yalniz sana, sadece sana...
La ilahe illAllah Muhammedurrasulullah netten alıntı

10 Mart 2010 Çarşamba

Her kışın ardında bir bahar vardır




Her Kışın Ardında Bir Bahar Elbette Var... Korkmayın karanlıklardan ;Zifiri karanlık gecelerin sonu doğan güne çıkar. Acının ve karanlığın üstüne örtülüverir tüm ihtişamıyla güneş. Karanlığın ortasında ufacık bile olsa bir mum aleviyle Yüzünüz aydınlığa dönük olsun…Korkmayın yalnızlıktan ;En koyu yalnızlıklar acıtsa da güzeldir bazen bir başına olmalar. Böyle zamanlarda dönüp içinize bir ses verin dinleyin ruhunuzdaki çocuğu. Anlatacak ne çok şeyi olacak size ve sizin paylaşmak istediğiniz ne çok şey…Ona sarılacaksınız bir süre yalnızlığın senfonisi daha bir katlanılır olacak o zaman. Kendinizle yüzleştikçe hem gülecek hem ağlayacaksınız.Bırakın aksın gözyaşınız. Aksın ki yıkansın her damlayla ruhunuz. Kalbinizin pası silinsin.Yüreğiniz hayata dönük olsun…Korkmayın karakışlardan ;Her yürek kışı da yaşar zamanı gelince baharı yaşadığı gibi.Kara bulutlar bırakın dolaşsın gökyüzünüzde. Bırakın şimşekler aydınlatsın gecenizi bir süre. Sarılın umutlarınıza sımsıkı sarılın ki sahipsiz kalmasın sizi bekleyen beklenen baharlar.Yüzünüz bahara dönük olsun…Kaçmayın geçmişinizden ;Acısıyla tatlısıyla ’siz’ yaşadınız. Hatalarınızla ödüllerinizle ’siz’ varsınız geçmişte. Aldanmışlıklarınıza acılarınıza içinizi kemiren hatalarınıza pişmanlıklarınıza bakıp kızmayın kendinize. Geçip aynanın karşısına bütün cesaretinizle üstlenin geçmişinizi.Her şeyiyle…Yüzünüz geleceğe dönük olsun…Kendiniz olun.Kendinize asla yalan söylemeyin.Ve asla kendinizin düşmanı olmayın.Her daim ruhunuzdaki çocuğa dostça gülümseyin ve sımsıkı sarılın ona.En iyi dostunuz sizsiniz uzakta aramayın. İçinize dönüp bir ses verin yeter.Bakın o zaman;Karanlıklar YalnızlıklarKarakışlar nasıl da dağılacak gökyüzünüzden…
netten alıntı












7 Şubat 2010 Pazar

Sabırla bekle gönül! En geç sûrun sesi duyulduğunda tutacak ellerinden Resuller Resulü...

Olmaz gönlüm, olmaz öyle! Keskin sirkenin akıbeti malûm. Dört mevsimi yaşayan bir cennetin bağrında büyüdün de sen, onun için böyle bir baharı ve yazı özlersin. İstersin ki çabuk geçsin fırtınalı sonbahar, ayaza durmasın kışlar. Dedim ya, sen dört mevsim hesabını yaparsın yaşarken duygularını. Ama bilmelisin herkes buralı değil. Bilmelisin, güneş görmeyen yurtlar var. 

Olmaz gönül, olmaz öyle. Yükün ağır bilmekteyim, baharı yaşamayanlarla kış nasıl geçer; onu da bilmekteyim. Ama şunu da bilmekteyim ki, sabredebildiğin ölçüde yaşarsın. Eminim ki, hayat sabra denktir. Ve sabır, tahammülün bittiği yerde filizlenir, maneviyat çeperlerini genişlettikçe boy atar, sırf Yaradan'ı düşünerek fiiliyatta bulunduğun zaman neşv ü nema bulur. 

Sabır gönlüm, sabır! İçine çekerken, zehir gibi gelir tadı, boğulacağını zannedersin. Kanın çekilir yüzünden, bembeyaz olur sîman; yutkunursun, geri döner içinde düğümlenenler. Başını eğmek istemezsin; ama kaldıramazsın da öyle göklere doğru. Ağlarsın, gözyaşın akmaz. Haykırmak gelir içinden, zangır zangır gürültüler habercisi olur titreyen ellerin. Konuşursun yalnızca kendinle, dökersin içini; senden başkası duymaz bilirsin bunu. Sitemlerin dillenir haklı olduğunca, bağırırsın rahatlarcasına, ama sadece kendi içinde, ama sadece Yaradan'la baş başa. Sonra gözlerin... Gözlerin nihai nokta olmak ister en sonunda. Durur öylece, bakar, bakar... Ve kimseler fark etmez neden donuklaştığını, kimseler anlamaz anlatmak istediği çifte derin mânâyı... Sonra çekip alıverirsin anlamlı bakışlarını ruhunu bir kenara bırakmışlardan. Yüzünü çekersin, yalan dünyanın yalancılarından. Alnındaki kırışıklıkları alıverirsin haberi olmayanların önünden. Doğruca bırakırsın asıl dergâha. Bağrına cennetler sığan seccadenin secdeliğine. Ve başlar böylece sabır maratonun. Korkma gönül, sen hele azmet sabır için, yüreğini koy ortaya, gör ne mânevî hediyeler paketliyor Yaradan... 

En masumane tavırlarına gaddarca yaklaşanlar olacak belki. İçindeki çocuk hafife alınacak... Anlatmak istediklerin değil, anlaşılamamış yanların konuşulacak. "Olsun!" diyeceksin, yüzündeki gülümsemeyi kaybetmeden. Yine de hüsn-ü zan edeceksin. Allah için söylediğini yine Allan için olduğu yerde bırakacaksın. Yaradanı alıp yüreğine, sırtını dayayıp tevhidin çınarına, akıbeti ukbâda düşüneceksin. Ve kalbin şöyle bir hafifleyecek, damarlarına giden iyimserlik yolunu tıkamadığından... 

Üzülüp acı çektiğin anlarda çileni hafife alanlar olacak belki... Öyle bir yanacak ki için, kimseye anlatamayacaksın. Günlerce ağlayacaksın gözyaşının lâhutî ikliminde. Sonra en yakınındaki, en yüreğindeki vuracak hislerini... Canım dediğin dönecek sırtını. Bir "ah!" çekeceksin derinden ve anlamaya çabalarken empatinin gücüyle, arkanı döndüğünde kimse kalmamış olacak. "Sabır" diyeceksin, yine sabır... Eyyüplerin torunluğuna yakışır sabır... "Bugün Allah için ne yaptın?" sorusu geldiği an kulağına, vereceği cevabı bulamayanların tedirginliği değil, en zor imtihanını başarıyla vermiş öğrencilerin rahatlığı olacak ruhunda. Başını yastığa koymadan "elhamdülillah" diyecek, rüyanda cennetten kesitler izleyeceksin belki... Ve sabaha erdiğinde, avucunda tuttuğun tesbih tanesi yine "yâ sâbır"la şakırdayacak... 

Faltaşı gibi açılıp kalacak gözlerin bazen de... Çok şaşıracaksın, çoook! Ya gönül... Kalb kırmak çok kolay oldu, kalbin değeri pazarlara bile çıkartılmaz oldu. Tatlı sözü unutanlar çok, şu hengâmesinden sallanıp duran asırda! Aldırma diyemem, aldıracaksın elbet, hislenip içerleyeceksin belki. Zannediyor musun ki, yüreğine aldıklarına söylediğin nazenin kelimeler, boşta kalır! İnanıyor musun ki, sevdiklerin için kurduğun lâtif cümleler, öksüz bırakılır! Yok gönül, yok! Sahibi var hepsinin. Bırak duymasın insanlar, bırak sertliği onlara! Bırak, tabularına kale yapsınlar! Yeter ki sabret gönül, asıl sahibini düşünüp sabret, başını sonunu kestiremediğin olaylarda bile... 

Bırak vursunlar ayıbını yüzüne, bir kusuruna binler cefâ taksınlar. Yaradan'ın "Settar" ismi, beşerin hükmüne mi kalmış. Sen sabret gönül... Felaket tellalları susmasınlar isterlerse? Olumsuzluğu yaymanın zevkine doyamayanlara inat, bütün güzel düşüncelerini yay sere serpe. Zehrini ağzında taşıyan yılanın başını ezemesen de, bal damlasın dilinden. İbrahim'in (as) ateşleri, gül olurken mi sunmuş Dostların Dostu şu ayetini: "Güzel söz, güzel bir ağaç gibidir ki onun kökü sabit, dalı ise göktedir." Sabır gücünün tükenirliğinden korkarsan bir gün, gel gir şu dizelerin sırlı havasına... İnan, kimse üzemez seni orda. Ve uzan o ağacın dallarından ötelere... Uzat ellerini ve bekle. Sabırla bekle gönül! En geç sûrun sesi duyulduğunda tutacak ellerinden Resuller Resulü. Pes etme, sabret gönül, sabret!...

 


alintidir

GÖNÜL

Aşkı bilmeyene tuhaf gelir sözümüz… 

Gönül… 

Aşkı bilmeyen, bizim bu kelâmımızın cebinde sakladığı merâmı da çözemez! 

Unutma, ey yâr için yardan attığım deli gönlüm! 

Yâr dediğimiz gökte hilâldir ve naz ederek salınır. 

Biz dahi yıldız olduk o yâre… 

Unutma! 

Gök, siyah kadife kaftanını giydiği vakit, hilâl, yıldızsız gezemez! Bundan gayrı söze ne hâcet… 

Yâr hilâlim olmuş ya, Hak emriyle helâlim de olacak işte… 
Gözüm kapıda, kulağım kirişte…

Her Kul Onun Aşkıyla Doğar .... 
Hey gönül hey! Sık dişini az kaldı… 

Yakındır yâr perçeminde gölgelenişimiz. 

Duaların ayak sesiyle uğuldayan duvarlar, kavuşmak üzre Hak’ka yalvardığın demlerin yankısıyla şenlenir artık… 

Bahtın kara giymeye merak edişine karşı gözümüzü kararttık… 

Duy gönül duy! Vakit kavuşmak vaktidir gayrı… 

Hem… Olmaz böyle yârdan ayrı!

"Aşk iğnesiyle dikilince bir dikiş, kıyamete kadar
sökülmez imiş.
Aşk ile insan elbet güneşe benzer ve aşksız gönül misali taşa benzer
hayat ı aşka bölünce aşk çoğalır;
bütün hayatları toplasan geriye Aşk kalır….”



alintidir

Mevlana demis ki:


Mevlana demis ki: 

Sonsuz bir karanligin içinden dogdum. 
Isigi gördüm, korktum. 
Agladim. 

Zamanla isikta yasamayi ögrendim. 
Karanligi gördüm, korktum. 
Gün geldi sonsuz karanliga ugurladim sevdiklerimi. .. 
Agladim. 

Yasamayi ögrendim. 
Dogumun, hayatin bitmeye basladigi an oldugunu; 
aradaki bölümün, ölümden çalinan zamanlar oldugunu 
ögrendim. 


Zamani ögrendim. 
Yaristim onunla... 
Zamanla yarisilmayacagini, 
zamanla barisilacagini, zamanla ögrendim... 

Insani ögrendim. 
Sonra insanlarin içinde iyiler ve kötüler oldugunu... 
Sonra da her insanin içinde 
iyilik ve kötülük bulundugunu ögrendim. 

Sevmeyi ögrendim. 
Sonra güvenmeyi... 
Sonra da güvenin sevgiden daha kalici oldugunu, 
sevginin güvenin saglam zemini üzerine kuruldugunu 
ögrendim. 

Insan tenini ögrendim. 
Sonra tenin altinda bir ruh bulundugunu. . . 
Sonra da ruhun aslinda tenin üstünde oldugunu ögrendim. 

Evreni ögrendim. 
Sonra evreni aydinlatmanin yollarini ögrendim. 
Sonunda evreni aydinlatabilmek için önce çevreni aydinlatabilmek
Gerektigini ögrendim. 

Ekmegi ögrendim. 
Sonra baris için ekmegin bolca üretilmesi gerektigini. 
Sonra da ekmegi hakça ülesmenin, bolca üretmek kadar 
önemli oldugunu ögrendim. 

Okumayi ögrendim. 
Kendime yaziyi ögrettim sonra... 
Ve bir süre sonra yazi, kendimi ögretti bana... 

Gitmeyi ögrendim. 
Sonra dayanamayip dönmeyi... 
Daha da sonra kendime ragmen gitmeyi... 

Dünyaya tek basina meydan okumayi ögrendim genç yasta...
Sonra kalabaliklarla birlikte yürümek gerektigi fikrine vardim.
Sonra da asil yürüyüsün kalabaliklara karsi olmasi gerektigine vardim.

Düsünmeyi ögrendim. 
Sonra kaliplar içinde düsünmeyi ögrendim. 
Sonra saglikli düsünmenin kaliplari yikarak düsünmek
oldugunu ögrendim. 

Namusun önemini ögrendim evde... 
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk oldugunu; 
gerçek namusun, günah elinin altindayken, günaha el 
sürmemek oldugunu ögrendim. 

Gerçegi ögrendim bir gün... 
Ve gerçegin aci oldugunu... 
Sonra dozunda acinin, yemege oldugu kadar hayata da 
"lezzet" kattigini ögrendim. 

Her canlinin ölümü tadacagini, 
ama sadece bazilarinin hayati tadacagini ögrendim. 

Ben dostlarimi ne kalbimle nede aklimla severim. 
Olur ya ... 
Kalp durur ... 
Akil unutur ... 
Ben dostlarimi ruhumla severim. 
O ne durur, ne de unutur ... 

MEVLANA

     

EY KAR!

ey kar!

Rabbine asi gelmiş bu yüreğin üzerine yağ rahmetinle,şefkatinle.yüreğim kirlenmiş bu şehir gibi.şimdi yüreğinde,şehrinde temizlenme vaktidir.insan hazreti insan olamamış insan elinin değdiği herşey kirlenmiş.ey kar rahmet rahmet yağdır üzerimize rabbin affını.ey kar yüreğimi bu günahlarımın ağırlığından kurtar,günahlarımı erit sıcağınla.

 

Ey her bir kar tanesini yeryüzüne indiren melekler!ben insanoğluyum,hani o dünyada bozgunculuk çıkartan varlık,öte yanadan yeryüzünün halifesi kılınmışım.ey her bir kar tanesini yeryüzüne taşıyan melekler,gözyaşlarımla yıkadığım,sonya yüreğime akıttığım pişmanlığımı çıkarın rabbin huzuruna.umulur ki kovulmuşlardan değilimdir.ey azametiyle kara bürünmüş dağlar haklıydınız,taşıyamadıınz emaneti.şüphesiz biz cahil insanoğlu yüklendik emaneti.şimdi emanete hiyanet ettiğimiz ihanetin altında eziliyoruz.

 

Ey kar tanelerini yeryüzüne indiren melekler dualarımı,pişmanlıklarımı rabbimin huzuruna çıkarın.

Her bir kar tanesini melekler taşıyorsa yeryüzüne,her yalanı bin şeytan taşıyor olmalı insan yüreğine.her yalan kirletiyor olmalı yüreğini insanın ve insan kendini kirletiyor.şimdi temizlenme vakti ey kar,dinleme vakti,yalanlardan,günahlardan kirlenmiş kalbimi rabbın rahmetiyle temizle.yağ üzerime ey kar rahmet,rahmet yağ.yağ ki yüreğimde kalmasın günah.beni günahlarımın ağırlığından kurtar rabbim.ey her bir kar tanesini bir meleğiyle yeryüzüne indiren rabbim günahlarımın ve yalanlarımın ağırlığından sana sığınıyorum.karların sıcaklığında temizle beni.

 

Senki beni yeryüzüne halife kıldın,ben ki cahillik ettimde günahın halifeliğine soyundum.şimdi üzerime yağan her bir kar tanesini benim için indiriyorsun biliyorum.her bir kar tanesi meleklerin elçiliğinde bana verilmiş bir mektuptur biliyorum.ve okuyorum rabbim okudukça ruhum yeniden üfleniyor bedenime sanki.seni bir kar tanesinde bile okumak,görmek.yüzümü nereye dönersem döneyim biliyourm ordasın ve şimdi yüzümü kara döndüm ve seni gördüm rabbim..yüreğim büyük bir saygıyla ve selamla karşılıyor meleklerinle gönderdiğin kardan mektupları.

 

Ey her bir kar tanesini yeryüzüne,yeryüzünün halifesinin üzerine indiren melekler üzerime yağdırın onun aşkını.yağdırın ki üzerimde onun aşkından başka aşklara yar kalmasın.allahım yüreğimi bir kar tanesi kadar yumuşak,sıcak ve temiz eyle.eyle ki sana yakışan temiz bir aşkdır.tertemiz bir aşkla varayım huzuruna ve karlar yağsın aşkların üzerine...yağsınki kirlenmesin aşk..........sözüm bitti ey kar,şimdi sen konuş,şimdi yağ gönlüme..... netten alıntı